GİDENLE GİTME

 

s-b9842566e6caf1582901368cd38f7d36e5e9481e

Giden gelmez diye inanırsın.

Gidenin gelmesi gerekiyormuş ya da gidecek olanın gitmemesi gerekiyormuş gibi.

Daha çocuksun çünkü.

Ya tutarsın sımsıkı ya da öylece bırakırsın hiç bir şey olmamış gibi.

Tutmak ve bırakmak, tutmak ya da göndermek gücü sende olsun istersin.

Ne giden ne de gelendir ilgilendiğin, giden ve gelenin gidip gelme kontrolüdür istediğin.

Ey henüz olgunlaşmamış ruh,

Eğer gidenin ve gelenin kontrolü sende olursa hükmedebilirsin hayata, emniyette olmanın yegane şartı budur sana göre.

Sebeplere gözünü dikip durmak bu yüzden. Böyle olunca da sebeplerin kulu kölesi olursun. Her an dikkatli, gergin, endişeli yaşarsın, gidenle ve gelenle ilgilenmekten kendine de  ayıracak vaktin kalmaz.

İşte sonbahar geldi. Yapraklar bir bir terk ediyor dallarını. Her bir dal, ağaç, kök rüzgara teslim. İllaki bir burukluk olacaktır. Bahardan beri gelen bir dostluk var. Vefasız değil hiç biri. Baksana yine de bu gidişi bir düğün havasına dönüştürebiliyorlar. Giden yapraklar rüzgarla dans ederek yere doğru giderken, kalan dallar yine aynı rüzgarın tesiriyle vakurca el sallamasını biliyorlar. Çünkü rüzgarın da bir emirle geldiğinden haberdarlar. Bir ömre, bir vakte inanmışlar. Buruk da olsalar öyle olsaydı böyle olmazdı, şu şöyle olsaydı bu da böyle olacaktı gibi lakırdılarla uğraşmak yerine, gelişi de gidişi de teslimiyet musikisiyle eşleştirip, görünüşte ecelleri olan rüzgarla da  didişmiyorlar. Bilhassa ecellerini de onu gönderen Emir’e binaen hoş karşılıyorlar.

Neden böyleler?

Nasıl böyle iman ettiler?

Gideni ve geleni hoş karşılayabilenlerin bu emniyet duygusu nereden?

Neyi gördüler ya da neye inandılar?

Her şeyden önce uzun kış boyunca tefekkür ettiler. Üstlerine örttükleri beyaz yorganlarının altında tesbih edip baharı da kışı da vereni andılar. Ondan yeni baharlar istediler. Nereden geldiklerini düşündüler önce, toprağı da yadsımadan kök verdiler ona. Sonra da gidecekleri yere doğru açtılar el gibi olan dallarını. Uzun kış boyunca sabrı öğrettiler kendilerine. Bahar olunca gelecek olan güneşi hayal ettiler. Yokken hayaliyle ısındılar. Birbirlerine güneşten bahsettiler, ondan konuştular.

Daha küçük olanlar daha yaşlı olanların kuytularına sığındı. Daha akıllı olanlardan feyz aldı kimi tazeler. İlk yapraklarını döküp ürkenler yaşlı çınarlara sordu: Nasıl bu kadar uzun dayanabildiniz ayrılıklara?

Çınar dedi ki: Hiç yapraksız kalmadım yaşadığım ömür boyunca.

-İyi de aynı yapraklar değil ki?

-Ben de aynı değilim dedi yaşlı çınar. Ben de aynı değilim.

Sebepler teslimiyetin önündeki engeller.

Sebeplerden ve görünenden nasıl kurtulurum diye soruyorsan?

 Allah kuluna kâfî değil mi? Durmuşlar da seni ondan beridekilerle korkutuyorlar, her kimi ki Allah şaşırtır artık ona hidayet edecek yoktur. Zümer.36.

 

 

Dar ve Yar

20110822215349

Dar idi
Dar-i Dünya ,
Ev dedik olmadı
Yar hiç,
Dinin aslı pencere açmakmış
baki olana ,
Açamadık
Hapsolduk
Darlandık
Gönlü gönle sunamadık
Harlandikça harlandık


Biz de akıllı balıklar gibi
Denizde yurt tutsaydık ,
Yaptığımız köhne evler
Yıkılır diye korkup
dört elle sarılmasaydık ,
Elbet yıkan yapardı,
Ruzgardan düşmandan fırtınadan
Korkacagimiza
O’ndan korksaydık

Eyy adı her şey olan !
Sen meger bizdeyken
biz çok uzak gittik
Sana diye yeniden
Kendimize yola düştük
Sensiz yol da azaptır
Izdıraptır
Lutfet
Yolda darlananı ayağa kaldır
Merhametinle kudretinle
İhsanınla
Kendine ulaştır

ALLAH’IN ÜLKESİ

 

CS5EVKzW4AAUkhA

 

Canın daraldı mı?

Dünya gözüne dar mı göründü?

Nefessiz mi kaldın?

Bir çıkış görünmüyor mu?

Söyleyeyim:

Allah’ın ülkesinden uzak düştün.

Sebeplere takılıp kaldın.

Görünen sebepler, nasıllar, nedenler çemberine hapsettin kendini. Allah’tan uzaktasın.

Kedi vehminin, kendi görüşünün esareti altına girdin. Dar bilgin, dar aklın kendi sınırına çekti seni.

Öküz Bağdat’a geliverir… bir ucundan öbür ucuna kadar şehri dolaşır…

Bütün o yaşayıştan, o güzelliklerden, o lezzetlerden ancak ve ancak sokaklardaki karpuz kabuğunu görür!

Öküzün yahut eşeğin seyrine layık olan şey, sokaklara atılan samanlarla yolarda biten otlardır Mesnevi. 4.2377-79.

Öküz dedikse sen nefsin diye anlayıver. Aklına ve ruhuna galip gelmek isteyen, seni çepeçevre duygu maskesiyle kaplayan içine yerleşmiş ejderha. Bir solucan gibiydi, besleye besleye ejderha yaptın, şimdi de soluk yollarını tıkadı. Nefes aldırmıyor. Seni burnundan solutup neden? Neden? diye sorup duruyor. Nasıl olur? Nasıl böyle derler? Neden anlamazlar? Hakkım, haksızlık vs.

Gözünü oğuştursana böyle zamanlarda. Bir durup gözlüğünü temizle. Bakış açını sorgula. Niye böyle hissediyorum de.

Allah’ın geniş uçsuz bucaksız ferah yurdunu ara.

Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kıyısını yürüyor görürsün!

Bir savaştan, bir çekişten canın daralırsa bütün dünyayı dar görürsün!

Dostların dilediği gibi hoşluğa erersen, gönlün hoş olursa bu alem, sana gül bahçesi görünür.

Nice kişiler, ta Sam’ a Irak’ a kadar gittiler de oralarda kafirlikten, münafıklıktan başka bir şey görmediler.

Nice kişiler, ta Hint ülkesine, Herat şehrine dek vardılar da oralarda alış verişten başka bir şey bulamadılar!

Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardılar da oralarda hileden, tuzaktan başka bir şey görmediler!

Sefere giden renkten, kokudan başka bir şey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri dolaşsın; hep bunu görür.Mesnevi.4.2370-76

Yoruldun mu? İmkanların tükendi mi? Aklın ermiyor mu?

Öfkeyi bırak Allah’ın ülkesine doğru yola çık.

Tabiat mıhına kurumuş et gibi asılı kalan kişinin canı, sebeplere bağlanmıştır… bundan ötesini göremez.

Ey baş kösede oturan ulu kişi, sebeplerin kalktığı ova, Allah’ın geniş yeryüzüdür.

Orada can, her an suret değiştirir… her an yeniden yeniye ve apaçık bir alem görür.Mesnevi.4.2380-82.

Nasılların, nedenlerin olmadığı, olanın olması gereken olduğu teslimiyet yurdudur Allah’ın ülkesi.

Hiç vakit kaybetmeden yola çık.

Savaşacaksan içindeki ejderhayı alt et.

Dışarıdaki düşman görünür bilinir. Sen görünmeyenden kork.

Cihanı görmen ancak kendi anlayışına göredir.

Hele bir yola çık, Allah elinden tutar

TEMİZLENEREK VE OKUYARAK BAŞLA

sevincdurmus_1364157247199

Bir önceki yazıda, değişen dünya şartlarında eğer yeniden büyük, güçlü ve itibarlı olacaksak yeni bir medeniyet oluşturmamız ve bunun için de yeni teorisyenler gerektiğini yazmıştık.

Geçen haftaki yazımıza bir dostumdan eleştiri geldi. Cumhuriyet dönemine haksızlık yapmışsınız diye yazmış. Cumhuriyetin kuruluş şartları itibari ile bir Selçuklu ya da Osmanlı medeniyeti ile kıyaslanması haksızlık olur demiş. Kurulduğu dönem itibari ile evet. Haklılık payı var. Ancak yeni bir oluşum söz konusu olacaksa iyi niyetli kıyaslamaların olması kaçınılmaz. Her neyse asıl konu bugüne kadarki dönemlerimizi birbiriyle kıyaslamak değil. Bunu tarih yapar zaten.

Onurlu ve huzurlu yaşayabilmek için gerekli en temel iki olgu var. Bilgi ve ahlak.

Bilimin objesi doğa iken, ahlakın objesi eylemdir.

Toplumu ve medeniyeti oluşturan ve inşa eden insan olduğuna göre insanın yetiştirilmesi ve geliştirilmesi aynı zamanda toplumun ve medeniyetin geliştirilmesi olarak düşünülebilir. Zira insanlar toplum kurar ve o toplumu medenileştirirler.

Bir arada olabilmenin ve meselelerimizi konuşup çözebilmenin yolu, duygularını yönetebilen, olgun, bilgili ve iyi niyetli kişiliklerin çoğalmasından geçmektedir.

Hem sevebilen hem de üreten insanlara ihtiyacımız var.

Bununla birlikte aynı topraklarda yaşadığımız bütün insanların onurlarının ve hukuklarının da korunması gerekmekte.

Bir toplum insanların bileşkesidir. Toplum da bu anlamda sembolik olarak tek bir insandan başkası değildir. İnsan da kendi içinde uzlaşıyla var olur. Toplum da. Sonra da hem iç hem de dış kaynaklarını kullanarak üretir ve varlığını sürdürür.

Hem varlığımızı korumak ve hem de sürdürebilmenin ilk ve en temel ahlaki  ilkesi dürüstlük olmalıdır.

Sonra da gerçeğe saygı duymak ve sorumluluk almak.

Bunları yaparken önceki haritalardan faydalanmak gerekecektir.

Bizler Müslümanız.

Bir Allah’ın varlığına, Peygamberlerine, Meleklerine, Kitaplarına, Kadere, Hayrın ve Şerrin O’ndan geldiğine ve Ahiret gününe iman ederiz. Bir Kitabımız ve bir Rehberimiz var. Meselelerimizi çözerken önce ana kaynaklarımıza bakar ve sonra gelişen şartlara göre ona uygun yeni çözümler üretiriz. Hem düşünme ve hem de yaşama biçimimiz ana prensiplerin ruhuna uygun olmalıdır. Bunu yaparken bilgiden, dışımızdaki yaşama biçimlerinden ürkmeyiz endişe etmeyiz. Tarihe bakılırsa, bugünkü Batı aydınlanmasına, eski Yunan düşünürlerini,  Müslüman alimlerin taşıdığı görülecektir.

İnsanın da toplumların da bir ömrü ve kaderi vardır.

Nasıl başlayalım?

Temizlenerek ve okuyarak.

1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2- İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!
3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti.
6- Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder.
7- Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.
8- Muhakkak ki dönüş mutlaka Rabbinedir.

Alak Suresi.

YENİ MEDENİYET ARAYIŞI

izmir-atlantis2

Necmettin Erbakan Üniversitesi İslam Hukuku Anabilim Dalında Hoca olan Doç Dr Murat Şimşek’ten duydum: Selçuklu İmparatorluğunun teorisyeni İmam-ı Gazalidir dedi. Daha önceleri de Yakup Şafak Hoca^dan duymuştum: Osmanlı Medeniyeti için aynı zamanda Mesnevi Medeniyeti de diyenler olmuş diye.

Büyük imparatorluklar kurmuş ve büyük teorisyenlere sahip bir Millet olmak sizce de çok heyecan verici değil mi?

Medeniyet , bir millete ait maddi ve manevi varlıkların toplamı şeklinde tarif ediliyor.

Eğer daha önce büyük olduysak ve tarzı olan, kendine has medeniyetler kurduysak, neden yine olmasın?

Bugün eskiye nazaran maddi olarak ilerleme kaydediyoruz. Peki  kendimize has manevi varlıklarımız ne durumda? Manevi anlamda da bir ilerlemeden söz etmek mümkün mü?

Osmanlı’dan sonra yeni ve orijinal bir şey koymadık ortaya. Batı Medeniyetine eklemlenmeye çalıştık. Oldu mu? Pek olmuş gibi durmuyor.Yeni ve orijinal mimari, sanat, müzik, estetik, giyim kuşam, yaşama biçimi üretebildiğimiz söylenemez. Hepsi taklit ve taklit de hiçbir zaman aslının yerini tutmaz.

Merak ediyorum, yeni ve büyük medeniyetler kurma niyet ve çabamız olacak mı? Yoksa Batılılaşma maceramız devam edecek mi?

Bu soruyu şu yüzden soruyorum. Millet olmakta güçlüklerimiz var. Önemli konularda millet olmanın yolu olan ortak his ve düşüncede birleşemiyoruz. Bu da inançlarımızın farklılığından ileri geliyor. Öncelerde çok uluslu medeniyetler kurmuşken bugün ırk tabanında kavga yaşıyoruz.

Soru şu: Büyümek ve gelişmek denen şeyin gereğini yerine getirecek miyiz, yoksa yine bölünüp küçülmeye devam mı edeceğiz?

Yeni teorisyenlerimiz olacak mı?

Yeniden ortak inançlara sahip olabilecek miyiz?

Kişisel kanaatimi söyleyeyim. Bütün bunları  korkmadan tartışmaya açmak zorundayız. Bunu yaparken eski medeniyetlerimize ait kaynakları da gömdüğümüz yerlerden çıkarıp bu tartışmaya dahil etmeliyiz.

Yeni bir İmam-ı Gazali ya da Mevlana çıkacak mı? Eğer olabilecekse bunun yolları nedir? Bütün bunları konuşmalıyız.

İtibarlı, hem maddi hem de manevi açıdan gelişmiş bir medeniyetin mensupları olmak istiyorsak buna mecburuz.