TAHAKKÜM

 African-slave-torture-Does-the-Bible-condone-slavery

Bir bey, hamama gitme lüzumunu duydu… seher çağı, kölesine “ Sungur, uyan başını kaldır.
Hamam tasını, peştamalı, havluyu, kili al da hamama gidelim, haydi” diye seslendi.
Sungur, hamam tasıyla iyi bir peştamal ve havlu aldı. Beraberce yola düştüler.
Yolda bir mescit vardı. Ezanda okunmaktaydı. Sungur ezan sesini duydu.
Namaza pek düşkündü. Dedi ki: “ Ey kuluna iltifatlarda, ihsanlarda bulunan beyim, sen şu dükkanda birazcık otur da ben namazı kılıvereyim.”
Bey, dükkânda oturdu. İmamla cemaat namazı kılıp camiden çıktılar.
Sungur kuşluk çağına kadar içerde kaldı. Bey, bir müddet bekledi.
“ Sungur, niye dışarı çıkmıyorsun?” diye seslendi. Sungur, içerden “ Efendim, koyuvermiyorlar.
Birazcık daha sabret, şimdi geliyorum. Beni beklemekte olduğunu biliyorum, unutmadım” dedi. Bey, tam yedi kere seslendi, bekledi, bekledi, seslendi. Nihayet Sungur’un bu cilvesinden usandı, âciz kaldı, sabrı tükendi.
Sungur, beyin her seslenişinde “ Efendim, dışarı çıkacağım ama daha koyuvermiyorlar” diyordu.
Bey “ Yahu, mescitte kimse kalmadı koyuvermeyen kim, seni orada kim tutuyor?” diye bağırdı.
Sungur dedi ki: “ Seni dışarıdan içeriye sokmayan yok mu? İşte beni de içerden dışarıya çıkarmayan o.
Sana içeri girmeye izin vermeyen, benim de dışarı çıkmama mâni olmakta.

Senin bu tarafa adım atmana müsaade etmeyen benim de dışarıya adım atmama mâni oluyor!”
Balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize sokmamakta.
Balığın aslı sudan, öbür hayvanların aslı topraktan.
Bu işte hile ve düzene başvurmanın, tedbirlere girişmenin faydası yok ki!
Kilit pek kuvvetli, açıcı da Tanrı. Teslimiyete yapışa gör, rıza göster!

Tedbirini unuttun mu pirinden o taze bahtı bulur, devlete erişirsin.
Kendini unuttun mu seni anarlar… kul oldun mu azat ederler. Mesnevi.III.3055-3075

Hikayede bir bey ve ona tabi olan bir köle var. Bir de asıl karar verici olan, beylerin de her şeyin de üstünde olan, her türlü görünmeyen bağların, kilitlerin oluşturucusu ve açıcısı bir Yaratıcı.

İnsanız, insan olmanın komik tarafları var. İnsanın en büyük yanılgılarından birisi akılla her şeyi çözeceğine inanması. Tüm bilgi ve belgelere ulaşıp evrene şekil vereceği, evreni ve kainatı kontrol edebileceği yanılgısı.  Herkesin elinde görece güçler var. Herkes bu yanını terbiye etmediği sürece kontrol ve tedbir peşinde koşar.  Hepimiz tahakküm arzusunda ve peşindeyiz. Emrinde milyonlar olan idarecilerden tutun da beş kişi çalıştıran amele başına kadar. Kimseyi kontrol edemezsek bir çocuk, eşler, bahçedeki çiçekler, evcil hayvanlar, eşyalar üzerinde denetim kurmaya, şekil vermeye çalışırız. Kendi bedenimiz mesela. Kontrol ve tahakküm olayını abartmış olanlarımız bir de bunu dış dünyada yeterince tatmin edemezlerse  bedenlerine yönelir , küçük bir sivilceyi abartır kötü bir şey olacak kaygısıyla olur olmaz şeyler yaparlar.  Yapı takıntılı hale gelir. Ocağı, tüpü, kapıları kontrol etme gibi belirtiler çoğalır.

Bu tür yapıların dayanamadığı her şeyin kontrolden çıkacağı ve istedikleri gibi şekil veremedikleri dünyada, emniyetsiz olacakları ve zarar görecekleri, istemedikleri şeylerle karşılaşacakları duygusudur. Bu aslında bir illüzyondur. Nefsin arzusudur. Nefs çakma Tanrı olduğu için gerçeğinden rol kapmaya çalışır.  Yapamayınca da kendini kandırıp semboller seçip onda kontrol oluşturmaya çalışır. Bir çocuğun oyuncak bebeğiyle annecilik oynaması, oyuncak tabancayla polis olması gibi.

İbadetler ve Allah’la ilişki de böyle. Her şeyin kendi kontrolünde olduğunu zanneden biz zavallılar Allah’la olan ilişkimizi de biz belirliyoruz zannederiz. Sanki ibadetleri, farzları, haramları, sınırlarımızı sadece biz belirliyoruz yanılgısındayız. Cami kapısından giremeyenler, zikir halkalarına dahil olamayanlar, güya istekli bile olsalar bir tarih belirlerler kendi kafalarınca. Emekli olunca, şu işleri halledince gibi. Bu da bir nevi ben istediğim zaman yapacağım, neyi ne zaman yapacağıma ben karar veririm inancından kaynaklanır,  yani kontrol bende olmalı çocukluğu.

Böyle yapanların da hikayede olduğu gibi yine beyleri efendileri vardır. İşin tuhaf tarafı gerçek efendiye ulaşamayanın çok daha fazla beyi olur. Başta kendi nefsi sonra annesi babası, çevresi, toplumsal kurallar, para vs. Ve biraz dürüstçe baksalar olan bitene yedi kocalı Hürmüz’den farkları olmadığını göreceklerdir.

Böyle olunca da gerçek Tanrı onları yanına sokmaz ve onlar da eğilmeyen boyunlarıyla varlık aleminde yüzer.  Oysa erlik bir şeyin gerçeğini bulup ona tabi olmaktır.

Ne kadar gafiliz. Allah bize kendi yakını olmayı nasip etmeyince nasıl rahat ederiz, ediyoruz. O’nun önünde başımızı secdeye koymayınca başımız yukarıda mı ki? Kimlere ve nelere boyun eğdiğimizi bilip de inkar etmiyor muyuz? Çok zavallıyız.

Hikayeye dikkat edilirse gerçek olmayan efendiler, gerçeğine yakınlaşınca sizi kınar ve azarlarlar. Alay etmeye olmazsa şiddete kadar giderler. Çünkü güneş doğunca bütün sahte parıltılar kaybolur. Allah onların egemenliğini yere çalar.

Sungur sonunda yüzleştirdi efendisini. Gerçek efendi sen değilsin ve asıl efendini tanımazsan dışarıda kalırsın dedi. Ben de seçmek zorunda kalınca seni seçmem. Sungur böyle yapınca cezalandırılır mı beyi tarafından, maaşı mı kesilir, ona fazladan yükler mi yüklenir? Kim bilir? İmtihan dünyası.

Sungur da, beyi de çoktan toprak oldu. Sungur şahsiyetiyle göz doldurdu. Mesnevide zikredildi bize ibret oldu. Bey kim onu bile bilmiyoruz.

Şimdi anladık ki. Tanrı bir tane. Çakma tanrılar, yüzlerce binlerce. Bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen sürüyle tahakkümcü.

Çakmalarından hala korkuyorsak, teslimiyet ve rızayı öneriyor Hz Pir.

Korkudan değil korkuyu da yaratandan kork diyor.

Seçim bize kaldı. Sonucu ve sorumluluğu da.

Özgürlük kullukta.

Faik Özdengül

SES ÇAVUŞA BENZER

tavus_kusu_6

Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı. Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı. Postu boyanmış, pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu. Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü. Hepsi de “A çakalcık, bu ne hâl? Fazlasıyla neşelere dalmışsın, pek memnunsun. Neşeden âdeta bizden nefret ediyorsun! Bu ululuğu nereden elde ettin?” dediler. Fakat çakallardan biri “ Sen ya hile yapıyorsun, yahut da hakikaten bir neşeye sahip oldun, neşeliler arasına katıldın. Minbere çıkmaya, lâfla ulu görünüp bu halkı, kendine meftûn etmeye kalkıştın.

O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki: “ Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur. Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana! Şu güzelliğime, şu letâfetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de! Tanrı lûtfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim.

Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler. Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?” “ Peki a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “ Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi. Bunun üzerine dediler ki: “ İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.” “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “ Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi. Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin?” diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi. Bunun üzerine dediler ki: “ Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen? Mesnevi.III. 723-780”

Bir çakal olmanın en kötü yanı her halukarda iç dünyasında çakal olduğunu bilmektir. Daha iyilere, renklilere özenmektir. Ne olursa olsun başka bir şey olamayacağını bilmenin çaresizliğidir. Başka türlü olabilmenin, kendinden kaçmanın yollarında çaresizce koşmaktır. Saklanmak zorunda kalmaktır. Başkalarının ürktüğünü ve korktuğunu ve ondan uzak durmak istediklerini bilerek yaşamaktır. Hep özenti, ve kapkara bir ruh yapısıdır.

Gizlice ve alacakaranlıkta saldırır çakallar. Bazen de aslan ve kaplanları uzaktan izleyip onların artıkları leşlerle beslenirler.

Bir çakal tavus olmaya özenirse?

İşte hikaye gerçekte çakal tabiatlı olduğu halde, değilmiş gibi, sanki tavusmuş gibi yapmanın gerçek dışılığını aktarıyor bize. Hemen fark ediliyor ve yüzüne vuruluyor insanın böyle durumlar.

Sonu mahcubiyet, rezillik ve küçük düşme.

Boya küpünden maksat nedir hikayede?

Gerçekte olduğundan farklı görünmenin yolları ve araçlarıdır.

Başkalarını kandırmak için edinilen ve gösterilen şeyler. Bunlar ilim de olur, giysi de olur, soy kütüğü de. İktidar da.

Çakal tabiatlı firavun mal mülk küpüyle boyanmaya kalktı. Saçını sakalını süsledi. Bana secde edin dedi. Musa ile Harun da tavus tabiatlıydılar. Güzellikleri tabiatlarındandı. Sonradan edinilme değildi.

Boyanın ömrü kısadır. Yağmurda foya meydana çıkar. Bu tür insanların hissettiği hep korkudur. Korku içinde yaşarlar aslında.

Dikkatlidirler. Dikkatli olmak zorundadırlar. Tedbiri elden bırakmazlar. İlişkileri kısa sürelidir. İçleri ve dışları farklıdır.

Tabiatları gereği gizli saklıdırlar. Açıktan davranmazlar. Güneşten ve aydınlıktan hoşlanmazlar. Tam manasıyla güvenilmezler.

Bu tür insanlar anlaşılabilir. Anlamamız da gerekir.

Tanrı, söz geliminde Peygambere dedi ki: “Münafıkların anlaşılması için en kolay ve görünür delil şudur:

Münafık iri yarı, korkunç, zâhiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır, anlarsın.

Testi aldığın zaman o testileri sınar, o testilere vurursun, değil mi?

Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlamak için.

Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benzer, önde gider.

”Ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses mastara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder! Mesnevi.III.790-95.

Eğer çakal tabiatlı isek yine O na sığınır, ondan merhamet isteriz. Değilsek çakal tabiatlı olanlardan da yine O na sığınırız.

Allah güzellerin bahçelerinde salınmak nasip etsin.

Faik Özdengül

YAĞLI KUYRUK

farklı

Aşağılık bir adam, bir kuyruk parçası buldu. Her sabah bıyıklarını onunla yağlar, devlet sahiplerinin yanına varıp “Evde yağlı yemek yedim” der, sözünün doğruluğunu ispat için de, bıyıklarıma bakın gibilerden eliyle bıyıklarını sıvazlardı. “İşte sözümün doğruluğuna şahit… bıyıklarım, yağlı, yağlı şeyler yediğime delil” demek isterdi.

Karnı ise sessiz, sedasız “ Tanrı, yalancıların düzenini kurutsun! Senin lâfın bizi ateşlere yaktı. O yağlı bıyığın kökünden kopsun. A yoksul, şu kötü dâvan olmasaydı belki bir kerem sahibi bize acırdı. Yahut da noksanını, yoksulluğunu söyleseydin, bu yalanları, bu düzenleri düzüp koşmasaydın, bir doktor çıkar da derdine deva ederdi.” derdi.

Adamın karnı bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor,

“ Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu. Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi. Karın, kendini Tanrı’ya ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü. Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı. Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti. Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu? Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… yakalayamadık ki!”

Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar. Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler. O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu. Mesnevi. III. 732-65.

Bir insan neden kendini olduğundan farklı göstermek ister?

Neler söylersiniz?

En önde gelen cevap, olduğu halden memnun olmamaktır. Halinden utanır, aşağılık kompleksi vardır, farklı görünerek menfaat elde etmek amacı güder.

Başka?

Gösterdiği gibi olmak ister, olduğu halde hissettiği duygu müthiş bir aşağılanmadır. O yüzden hikayede aşağılık tabiri kullanılıyor. Olduğundan farklı görünmek, olduğu halden de daha aşağı bir seviyedir çünkü.

Mütevazilik bunun tam tersidir. Yüksekte olduğu halde aşağıdaymış gibi yapabilmekse, insanı tam tersine yüceltir. O yüzden nefsini ayağının altına alana beylerin başına taç olmak vaat edilir.

Bu tür insanlar, kuyruk olarak ne kullanırlar?

Giyim, kuşam, lafazanlık, olmak istediklerinin gittiği yerlere gitmek, onların arasında bulunmak istemek…

Bunları yaparken dürüst kalabilir mi?

Hayır, hayatları yalanlarla doludur.

Böyleyse eğer, sorumlu olduğu kendisi ve yakın çevresine ihanet etmiş olmaz mı?

Elbette. Olduğundan farklı görünmeye çalışırken kendinden, yakınlarından uzaklaşır. Gerçek dünya yerine hayal ülkesinde yaşar. Giderek saygınlığını yitirir. Kendi içinde yaşadığı çatışmalar vücuduna yansır, psikosomatik rahatsızlıklar, yakın çevresinin mutsuzluğu sürekli artar.

Sonuçta ne olur?

Eninde sonunda gerçek ortaya çıkar ve rezillik kaçınılmazdır.

Kendi içinde bütünlüğü yakalayamayan insanın yaşadığı hayat tam bir karmaşa ve acınasıdır.

Her resim Ressamın takdiridir ve her resim özeldir.

Bulunduğumuz hal aslında tam bir adalettir.

Eğer daha fazlasını istiyorsak bu öncelikle olduğumuz hale rıza ile başlar. Merhamet aczini gösterenedir. Eksikliklerle insan olunur çünkü ve bizim temel işlevimiz de zaten öncelikle insan olmaktır.

Sonra dua edilir. Ressam takdir edilir, ona yalvarılır ve niyaz kapısına dayanılır. İsterse yeni çizimler ve şekiller de takdir eder veya bazı bölümleri siler. Hayat hep böyle azalma ve çoğalmalarla gider.

Eğer kendi kendimizi çarpıtmazsak, her halimiz bakılasıdır.

Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O hayydır, kayyûmdur.

Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.

Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur.

O’nun izni olmadan katında kim şefaat edebilir?

O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (Hiçbir şey O’na gizli kalmaz.)

O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar,

O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler.

O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.

O, yücedir, büyüktür. Bakara Suresi.255.

Faik Özdengül

YAMYAMLIK

Beyin-Görüntüleme-Yöntemi-Umut-Oldu

Dört Hintli bir Mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rüku ve sücuda koyulmuşlardı. Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı. Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilaihtiyar bir söz çıktı; “ müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?” öbür Hintli, namaz içinde okuduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” Dedi.

Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!” dördüncü “ Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi. Hulasa dördünün de namazı bozuldu. Alemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder. Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.

Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı ğayptan! Madem ki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın. Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düşütü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadisine mazhar olur. Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.Mesnevi.II.3026-3039

Konuşma konularımız neler?

Konuşmaktan en çok keyif aldıklarımız?

Önce şöyle soralım: insan neden haz alır? Haz alanlarımız neler?

Yeni doğmuş bir çocuğun haz bölgesi ağzıdır. Bulduğu her şeyi ağzına alır. Bu dönemdeki engellenmeler ve patolojiler ileride bir takım bozukluklara neden olur. Yemek içmek en temel haz alanımızdır. Duygusal açlıkların yemek içmekle kapatılmaya çalışıldığını mutlaka duymuşuzdur. Olgunluk dürtü kontrolüdür, hep söyleriz. İnsan olgunlaştıkça daha soyut zevkler edinir.

Öldürmek  ve yok etmekte de bir haz vardır.

Yemek, içmek, yutmak, yok etmek, cinsellik en temel haz alanları.

Bir başkasında ayıp görmek ve kınamanın bunlarla ilgisi ne?

Dedikodu ve ayıplama da diğerini değersizleştirme, yok etme davranışıdır da ondan. Ve yine ağızla yapılır.

Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir. Hucurat Suresi.12.

Kınamanın müthiş bir hazzı vardır. Birisini değersizleştirip öldürür sonra da onu herkesin ortasında pişirip bir güzel yeriz. Dedikodu ve kınama yamyamlıktır bir bakıma.

Kınama ve ayıplama bir diğer açıdan kendini unutma ve kendinden kaçma davranışıdır. En zor hallerden birisi insanın kendisiyle baş başa kalmasıdır. Bir toplantı ya da oturumda sessizliğin ve sessiz kalmanın ne denli zor olduğunu hayal edebilirsiniz. Hemen birisi bir laf atıp ortaya sessizliği bozar. Sessizlik kendi seslerimizi duymaya yol açar da ondan. Sürekli konuşan insanlar kendileriyle arası iyi olmayanlardır.  Ramazandaki itikaf sünnetini ve tasavvuftaki halvetin neden önerildiğini daha iyi anlayabiliriz şimdi. İnsanın kendisiyle baş başa kalması, kendi yaralarını görüp onlarla yüzleşme zamanlarıdır.

Kendi yaralarını görünce insan, başka yaralara bakacak mecali kalmaz.  Ağır bir derdi ve hastalığı olan kimsenin başkalarıyla uğraştığı ve onları kınayıp ayıpladığı nadir görülür.

Varsayalım yarasız beresiz, ayıpsız kusursuzsunuz, olmaz ya hadi oldu diyelim.

Hep böyle olacağının garantisi var mı?

Cevap kısa ve net. Yok.

“Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.”(Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu’l-İman, 5/315, no: 2778; bk: Keşfu’l-Hafa, 2/265)

ille de kınayacaksak ve kınamadan duramayacaksak, kendi nefsimizi kınayalım. Ölmeden önce ölümü tattıralım ona ki, hem kendimiz ayıplardan kurtulalım, hem de birisini kınayıp başımıza iş açmaktan .

Çünkü:

Asıl ayıp başkasını ayıplamaktır.

Yukarıda dedi ya:

İnsanın yarısı ayıp yarısı ğayptır.

Faik Özdengül

DÜŞMAN

“Bir vaiz vardı… minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar, ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et! Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kafir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi. Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.

Ona “Hiç böyle bir adet görmedik… sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler. Dedi ki: “ Ben onlardan iyilik gördüm… bu yüzden onlara dua etmeyi adet edindim. O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.

Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim. Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım… beni o kurtlar yola getirirlerdi. Benim iyiliğime sebep oldular… ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!”

Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikayette bulunur. Allah da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu, Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikayette bulun!Mesnevi.ıv.80-94.”

Bu vaizin yorumu elbette.

Hz Mevlana’da bu yaklaşımı onaylamış ki ki bize aktarmış.

Problemlere ve sıkıntılara yaklaşma biçimiyle ilgili hikaye ve ne yaşanırsa yaşansın, nihai hedefin ne olduğunun unutulmamasına dair.

Nihai hedef ne? Sevgiliyle olmak, ona yakınlaşmak. Allah’la bir ve beraber olmak.

Eski masallarda padişahın kızını almak için düzenlenen yarışmaları hatırlayın. Bir çok sıkıntı ve aşamadan geçtikten sonra padişah ve kızının beğenisine ulaşılır.

Problem ve sıkıntı istenmez. Hatta tam tersi Allah’tan huzur ve afiyet isteyin diye emir vardır. “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/201)

“Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin, temenni etmeyin! ‘Yâ Rabbi benim karşıma düşmanı çıkar, bir çarpışayım, vurayım, kırayım…’ diye savaşı, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Allah’tan rahatlık, huzur, saadet, afiyet isteyin. Başınız dinç olsun, vücudunuz rahat olsun. Afiyet isteyin Allah’tan…” Buhari,Müslim. Rivayet, Abdullah ibn-i Ebî Evfâ 

Ancak istemesek de, arzu etmesek de hayat sınanmadır.  Testlerden, sınavlardan geçmeden diploma alınmaz okulda. Sınavlar hoş olmasa da başarıyı ölçer ve en çok sınava hazırlık aşamalarında öğrenilir.

Düşmanlık ilk insandan bu yana hepimizin kaderidir. Bize yapıldığı gibi bizler de yaptık. En büyüğü de zaten içimizde.

Hikaye şöyle gizli  bir mesaj barındırıyor içinde. Benim hayat amacım Allah’la olmak ve bir düşmanlıkla karşılaştığımda onu hatırlayıp ona sığınıyorum. Kendimi gözden geçiriyorum. Eksiğimi yükseğimi tartıyorum.

Rahatlık zamanları gevşediğimiz ve gelişmeyi azalttığımız zamanlardır.  Herkes için genelleyemeyiz belki ama doğru mu? Bence doğru. Bunu nasıl böyle söylüyorum? Kendimden yola çıkıyorum.

O zaman şöyle toparlayabiliriz:

Düşmanlıklar kaçınılmaz. Sıkıntı ve problem hayatın olmazsa olmazı. Bize düşen onları karşılama ve anlamlandırma biçimi.

Peki nasıl yapalım?

O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve  O’na döneceğiz, derler. Bakara suresi. 156.

Hatırlayalım yeniden:

Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz, sabredenleri  müjdele. Bakara suresi. 155.

Faik Özdengül