UMUDA ACIKMALI ÖNCE İNSAN!


Mutluluk içinde bulunduğun hale şükürdür derler. Emin değilim ancak bana söyleyen Hadis diye söylemişti.

Umudu yazıyım istemiştim bugün. Umut deyince beklemek eklendi yanına.

Peki neyi?

Bekleyen insanların bir durağı olur. Bir yerlerde, bekledikleri bir şeyi bekledikleri bir yer.

Dünya bekleyen insanların durağı mı ki?

Neyi beklediklerini bilenler de var. Bilmeden öyle bekleyenler de.

Beklerken hissedilenler duygu askerleri.

Bekleyen insanların diyalogları duyduklarımız. Beklemelerini birbirlerinin beğenmeyip kavga edenlerin halleri seyredilenler. Sonra seyredenlerin yorumları yazılıp çizilenler.

Dünya da bekler. Neyi beklediğini bilerek bekler hem.

Bu bekleyenlere hep bir mesaj ulaşmıştır. Ulaşmaya da devam eder. Yani hep bir mesaj ulaştıran var. Gözlerini kulaklarını kalplerini açsınlar da duysunlar diye. Duyanlar gibi duymayanlar da pek çok. Görenler gibi görmeyenler de.

Umut bekleyenlere sunulan hoş bir yemek.

Umuda acıkmalı önce insan.

Bir çok açlığı da belki bu yüzden çeker, bu yüzden acıkır dururuz.

Kendi beklentilerim bir yana hep beklentilerini ve beklemenin zorluklarını dinleyip dururum. Görürüm bekleme sancısını.

Gidip gelenlerden, kendi gittiğim yerlerden bilirim. Hep bir durak daha var. Ulaştıkça umutlanılan. Ve hep söylerim en uzaktakine umutlanalım diye.

Gitmediği yeri nerden bilip de umutlanacak ki insan?

Duyguyla akılla mümkün mü ki?

Kesinlikle değil. Önce bunlarla mümkün olmadığını anlamalı. Bunu anlatmak çok uzun zaman alıyor. İlle de bir mesaj ulaşmalı. İlle de bir mesaja ulaşmalı insan. Mutlak bir mesaj aramalı. Bir harita. Bir yol haritası.

Umutla yaşanıyor biliyoruz. O yüzden Kutsal Kitap umutsuzluğu yasaklıyor.

Ne güzel umudu canlı tutmak.

Biliyor musunuz ki umudu yeşil olanların baharları daha erken olurmuş. Sonra onlar yazın ardından kışa girileceğini ellerindeki mesajlardan bildikleri için yeni baharın da geleceğini bilip yine umutlanırlarmış.

Umut deyince eğri bir dal gelir hep gözümün önüne. Başı eğri ama yüreği kutlu. Kendisi yeşil. Rüzgara aşık. Başı ile yüreği yakındır onların birbirlerine. Arada kaldırırlar başlarını. Büyüklenmeden değil. Umutla bakılan güzelliği görmek için. Umudun yeşerttiği gönüller güzel bakar. Güzele bakar hep.

Çünküüüü umud edilen çok güzellll.

Umudu vermiş bize. Tutunun demiş. Ucu Onda sağlam bir ip umut.

Lakin bu eğri ve yeşil dalı biraz sulamak gerek. Niyazla. Duayla. Gözyaşıyla.

İşte mutluluk.

Niyazla beslenen umut.

Dün öğrendiğim bir niyazı yazmalıyım şimdi sonra da bir Turgut Uyar şiiri ilave etmeliyim sonuna yazının. Önce niyaz:

“Ya Rabbi Kur’anı kalbimizin baharı eyle.

Umudumuzu tazele. Yeşil kalsın dallarımız. Pak olsun gönüllerimiz. Sonra da renksizliğe ulaştır bizi.”

Ve şiir:

kente kapandık kaldık tutanaklarla belli
sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır

çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir

kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek

kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat
mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını

biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır.(Turgut Uyar)

Dr Faik Özdengül

DAVULUN SESİ.

İşte davullar çalıyor. Gecenin iki buçuğu. Bu yıl zurna da ilave oldu davulun yanına. Yoksa önce de vardı da ben mi sağırdım zurna sesine?

Gelmeden önce herkesten, bu yıl sıcaklarda nasıl tutulacak oruç sözlerini sizler de benim gibi işittiniz. Geldi işte, sıcak demedi. Tam zamanında gelmesi gerektiği zamanda geldi. Sıcağa aldırmadı.

Madem geldi. Hoş geldi safa geldi.

Önceden nasıl tutulur bu sıcakta bu oruç diyenler suskunlar şimdi. Sorunca, oluyor diyorlar. Allah bir sabır veriyor. Hele ikindiden sonrası nasıl keyifli orucun. O nasıl bir zevk. Boğazın biri kapanınca diğeri açılır derdi ya Hz Pir. Aynen de öyle.

Kapanınca beden kapıları, ruha giden bilmem kaç türlü yol nasıl da açılıyor yavaş yavaş.

Gecesi ayrı bir zevk gündüzü bir başka. Anlaşılıyor ki orucu bir ibadet olarak farz kılmasa Allah, farkında olamayacağız bu zevklerin. Hangi insan kendiliğinden aç ve susuz kalmanın da zevkli olabileceğine kanaat getirir ki? Kendiliğinden buna razı olur? Beden razı olur mu açlığa? Nefis yanaşır mı dizginlenmeye? Nerdeeeee.

Alın size şükretmek için bir neden daha. Bizi aç bıraktığı için de şükür Yaradana.

Nasreddin Hoca’nın, şu Konyalılar insana döve döve helva yediriyorlar demesine benziyor.

Ramazan ayını daha keyifli projelerle besleyip büyütebilsek diyorum. Keyif turları olsa. Farklı mekanlarda iftarlarımızı açmak  ve sahurlar yemek için daha çok organize olsak. Bir çok insanın özellikle Ramazan ayında umre seyahatları planlaması da bu yüzden zaten.

Konyada yine akşamlarmızı Kültür Parkta Yakup Şafak Hocamız Mesnevi Şerhiyle tatlandırıyor, çeşitli mahallelerde Ramazan etkinlikleri düzenleniyor. İnsanlar hayırlara yöneliyor. Fakir fukara gözetiliyor. Çocuklar sevindiriliyor. Akraba eş dost birbirini daha çok ziyaret edip hal ve hatırlar soruluyor.

Daha bayramı da var bunun.

Teşekkür ederiz Allahım.

Bizim amacımız neydi? İyi insanlar olmak. Baki kalan bu kubbede hoş sedalar bırakıp ana yurdumuza göçmek. Geldiğimiz vatana geri gitmek. Misafirliğimizi tamama erdirmek.

İşte fırsat.

İyi insan olmanın yolu ruhun üzerini örten beden çamurunu, beden toprağını eşeleyip kaldırmaktan geçiyor zaten. Toprak yemekten vazgeçip ruhu gıdalandırmak olgun olmanın yolu. Öfke kontrolü de, sabır da, tahammül de, güzel düşünüp güzel konuşmak da, hayırlar yapıp gönüller yapmak da hepsi ve hepsi beden tasallutundan kurtulunca olabilen şeyler.

İşte fırsat.

Ruh hastalıkları denen şeylerin çoğu da ruhun ışığını görememekten, ruha ulaşamamaktan kaynaklanan illetler. Ruhun hastalığı değil. Ruhun ışığından mahrumiyet.

İşte fırsat.

Oruç sayesinde eşeleyip toprağı yol alalım o ışığa. Daha bir görünür bu günlerde tünelin ucu.

Azıcık gayret. Bizden istenen bu. Azıcık gayret.

Kesinlikle binlerce ruh ordusu tek bir adım atacaklar için yardıma hazır bekliyorlar.

Bizden istedikleri halis bir niyetle tek bir adım.

Buna da mecaliniz ve gayretiniz yoksa, o azıcık gayret için elde mi açamazsınız?

O da yoksa benim de bundan başka söyleyecek lafım olmaz artık.

Ruhun ışığına giden yolcuların yanında kıl Allahım beni de.

Bu mevsim daha hızlı yol alınıyor çünkü.

Davulun sesi uzaktan da yakından hoş geliyor bu mevsimde.

Bir de sevgilisi olunca yanında insanın.

Hadi bir de Sezai Karakoç Üstattan alıntı yapalım ve öylece son bulsun yazı:

Ne güzel konuktur o !.. Evimizi, ruhumuzu aydınlatır, bizlere dirilişin imkanlarını sunar. Hoş geldin !.. “Her yıl bir ay için oruç mimarı bize konuk gelir. Gelir gelmez de kollarını sıvar ve işe koyulur.Bir kahve içimlik bile beklemez, dinlenmez. Kutsallığın işçisidir o. İlkin vücut evini şöyle bir yoklar. Bir sarsar insanı. Öyle sarsar ki bacalarda ne kadar birikmiş kurum varsa dökülür. Tabiat etkisiyle gevşemiş ve kopmaya yüz tutmuş sıvalar düşer. Yerinden oynamış kiremitler kayar. Organlar arasında, kasların eklem yerlerinde, hareketsizliğin ve ölümün sembolü olarak gerilmiş kaç örümcek ağı varsa yırtılır. Vücut konağı , böylece konuğun, büyük konuğun gelmiş olduğunu bilmiş olur. Sonra Oruç onarmaya başlar”

Dr Faik Özdengül