AŞIĞIN İŞİ DE AŞK GİBİDİR!


 

Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma!
Bana ağlama,”Yazık,yazık!”,”Vah,vah!”deme!
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.

 

Günlerden 17 Aralık 1273 Pazar. Güneş ufuk çizgisinden henüz ayrılır, ufukta kızıl bir hüzün. Güneş(Şems) yine onu ondan önce terketmeye azmetmiştir ki, bu kez durmaz ve o da hemen ardından gurub edip ana yurda iltica eder. Ayrılık cana tak etmiştir artık.

Uzun zaman olmuştur gurbette. Belhteki salıncağından at sırtına binip nice yollar katedip geldiği başkentten bu kez Belh’e de gelmeden önceki başkentine doğru yol alır sessizce. Sevenlerin ahı figanı burda kalır. Zindanı delip kurtulmuştur. Zaten zindana atılması suçundan değildir. Yapması gereken vazifeleri vardır ve bu yüzden belli bir süreliğine razı olmak zorunda kalmıştır.

Babası Bahaeddin: hadi oğlum seyrü sefer vakti dediğinde henüz 6 yaşındaydı. Anayurttan sonra ikinci ayrılığıydı bu. Hüzün de vardı merak ta. Tamam dedi ve düştü yola 1222. yılda. Yıllar ve ayrılıklar birbirini kovalayacaktı, ta ki 3 Mayıs 1228 yılı gelip çattığında, Konya kapısında Sultan Alaeddin, bu yolun anayurttan önceki son durağında onları karşılayıncaya dek.

Önce Nişabur’a uğradılar. Feridüddin-i Attar’la karşılaşsın diye belki. Hangisi diğerini beklerdi onu Allah biliyordu. Aslında her ayrılık başka bir vuslata kapı açardı. Bunu ikisi de bilirdi ve o yüzden bir yandan hüzünlenirken diğer yandan da yeni vuslatın merakı kaplardı içlerini bilenlerin. Attar kitabını hediye etti küçük Celalaettin’e ve Bağdat’a uğurladı. Ordan Kufe ve sonra da hac için Mekke ve Medine. Tavaf etti Kabe’yi. Belki de ilk semasıydı. Ve Sevgili’nin Sevgilisini ziyaret edip bir kaç damla gözyaşı bıraktı huzura.

Huzurdan da ayrıldı. Bu kez Şam’a doğruydu yol. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye (Karaman) ulaştı kutlu kervan. Buradaki vuslat tam 7 yıl sürecekti yeniden ayrılıncaya dek. Konya’ya gelmeden 3 yıl önce Şerafeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun’la evlendi. Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi bu eşinden oldular. Yıllar sonra önce Alaeddin Çelebi sonra da Gevher Hatun’dan ayrılacaktı. Bu kez vuslat Kerra Hatunlaydı. Bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Derken Sultan-ul Ulema Bahaeddin Veled Padişahın davetini kabul etti ve Konya’ya doğru yola çıktı kervan. Anne ayrılığı bu yolculuktan hemen önceydi. Belh’te kutlu bir beşik bırakan Muhammet Celalettin Karamanda da bir anne bıraktı.

Belki de bütün bu ayrılıklar birbirini ezelden tanıyan iki denizin vuslatı içindi. Birbirine karışmadan birbirini tamamlayan. İğnesiz ve ipliksiz kusursuzca dikilmiş iki ruh, 15 Kasım 1244 de gözle görülür hale geldi. Bir araya gelmeleri takdir edilmişti artık. Güneş ufuktan zuhur etti ve gözler kamaştı önce, sonra da kaybolup görünmez oldu bu iki can. Öyle çok ayrılık yaşamış ve öyle çok susamışlardı ki, susuzluklarını giderecek gündüzler ve geceler aradılar. Halktan uzaklaştılar ve sadece Hak kaldı halvetlerinde. Onların sessizlikleri halkın gürültüsü olmaya başladı. Onlar sessizleştikçe dışarıda kalanlar bağrıştılar. Bu iki ruhun vuslatı halkın ayrılığına denk düşünce, haset önce tohum olup toprağa düştü sonra da diken olup yaralamaya başladı. Bunca ayrılığa dayanan bu iki ruha duyulan kıskançlık bir can almadan durulamayacak hale geldi. O canı vermek  Şems’e takdir edilirken, ayrılığın yası da Mevlana Celalettin’e düştü.

Bu ayrılık çok can yaktı. Durulacak, dinecek gibi değildi. Önce kuyumcu Selahaddin’e gitti. Sessiz ve dingin bir ruhtu o da. Onda teskin olmayı denedi. Sonra da Çelebi Husamettin’e. Oldu mu peki? Olamadı. Hiç kimse onun yerini alamadı. Artık güneş eskisi gibi hiç parlamadı. Hiç ısınamadı o zamanlardaki gibi. Hep bir şeyler eksik kaldı.

 

Gül bahçesi solup gül kaybolunca bülbül netsin?

Gül suyuyla idare etsin…

Dedi ve başladı ayrılıkları anlatmaya.

Dinle neyden hikayet ediyor…

Ayrılıklardan şikayet ediyor..

Hüsamettin Çelebi ile vefatına kadar ayrılığın hikayesini terennüm etti. Günler ve geceler geçti. Araya başka ayrılıklar girdi. Aşığın işi de aşk gibidir dedi ve aşkın kitabı çıktı ortaya.

O günden bugüne aşıklara rehber oldu Mesnevi. Her ayrılığa düşen ona koştu. Yasını onunla tuttu.

Bahaeddin Veled der ki: her ne sıkıntı yaşıyorsan bil ki hepsi de ayrılığın kılık değiştirmiş halidir. O yüzden insanın ana problemi ayrılıktır ve öğrenilmesi gereken de bununla baş edebilmek.

Bugün bizler de onları kılavuz edinip aşkın ve onun olmazsa olmazı ayrılığın hallerini, ilacını vuslatın yolunu öğrenip talim etmeye çalışıyoruz. Öğrenip bellediklerimizi de insanlara duyurmak azmimiz.

Bu yazı da bunun vesilesi olsun. Bu sebebi yaratana hamd, Elçisi’ne de salat ve selam olsun. Niyazımız odur ki: Allah kendisine aşık ettiği kullarından ayırmasın,  en son halimiz en iyi halimiz olsun ve bizden razı olmadan da bizi bu dünyadan göçürmesin.

 

Dr Faik Özdengül