Erkekler ve kadınlarla ilgili yazılarımdan sonra sevgili Dr Betül Sezgin konuya ilişkin olarak düşüncelerini yazmış onu da burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Katkısı için de teşekkür ediyorum. birlikte okuyalım:
“Sevgili Faik
Yazıyı gönderdiğin için teşekkürler . Yazını çok beğendim. İnsanların yaralarına dokunmuş olmalı ki sıkı eleştiriler almışsın gruptan. Geçmiş olsun diyorum.Konu kadın erkek ilişkisi olunca da yaraların olmaması neredeyse imkansız.Sümeyra’nın da bu yazıya cevap olarak yazdıkları da çok hoş oldu. Seda ile planladığınız projeye güzel bir katlım oldu.
Yazın bende de bir takım çağrışımlar yaptı. Yazının ve yapılan eleştirilerin bende yaptığı çağrışımları paylaşmak istedim. Çorbada benimde tuzum olsun isterim . biraz geçikmiş olsam da…….
Hepimiz insanız elbette ve insan olmak gibi zor bir yükü taşıyoruz..Ancak bir gerçekte var. Ya kadınız ya da erkek . Bir türün içinde farklı özellikleri olan iki ayrı cins .Her iki cinsinde hayat akışında yüklendiği sorumluluklar, karşılaştığı çözümlemesi gereken açmazları var.Bu sorumluluklarımızın büyük bir kısmının da evrensel olduğunu düşünüyorum. Eeee bu açmazlara yaklaşım tarzımızda kişiliklerimizi ve patolojilerimizi oluşturuyor. İki cins arasında farkı yaratan estrojen ve androjen hormonlarımız olduğunu biliyoruz.. Bu hormonlar nasıl ki vücutlarımızı kadın ve erkek olarak şekillendiriyorsa beyinin çalışma şeklini de anne karnından itibaren kadın –yada erkek yönünde etkilemektedir. Buna bir tür programlanma diye biliriz.Tabii yaradılıştan gelen bu farklılığın yanı sıra toplumlarında yaşam şartlarına göre, dönem özelliklerine göre de yüklenmeleri var.Belki de kadınlarda boderline, erkeklerde ise narsistik yapılanmanın daha çok görülmesinin bir nedeni de gelişimsel dönemlerde ortaya çıkan patolojilerin yanı sıra beyinin farklı işleyişinde yatıyor olabilir. .
Böyle bir girişten sonra senin yazın üzerinden devam etmek istiyorum:
Yaşanmışlık hissediliyor yazının her satırında. Çok güzel dillendirmisin erkek olmanın gücünü, güçsüzlüğünü, gücünün ardındaki kırılganlığını,karşı cinsten beklentilerini Ancak katılmadığım taraflarda var. Neden erkekleri yalnızca kadınlar yetiştiriyor. Kadınlar çocuklarını tek başlarına dünyaya getirmiyor, onları tek başlarına da büyütmüyorlar.Her ne kadar çocuğu karnında taşıyan, hayatın ilk yıllarında beslenmesini sağlayan kişi anne olsa da her annenin partneri bir babada var ortada. Ruhsal yapıyı bir bedene benzetirsek çocuğun bir ayağı anne ise diğer ayağı babadır diye düşünüyorum.Nitekim çocuk üç yaşından sonra babaya yöneliyor.Toplumsal alanda cinsel kimliğimizin farkına vardığımız ve kadın yada erkek olarak nasıl davranmamız gerektiğini öğrendiğimiz bu dönemde babalarımızın rolünü neden görmezden geliyoruz.Erkeğin erkek gibi davranmayı. kadının ise kadın gibi davranmayı babası ile kurduğu ilişki ile öğrendiğini neden yadsıyoruz toplum olarak.. Nitekim cinsel kimlikteki sapmaların, karşı cinsle kurulan ilişkideki sapmaların kişinin hayatında baba figürünün eksikliğinden yada sağlıksız baba figüründen kaynaklandığını biliyoruz.
Yazın da diyorsunki:
‘’Aslında terk etmek ve ayrılmaya dayanmak olgunluk ölçütüdür. Bu riski göze alabilmek güçtür. Bağlanma ayrılma kapasitesidir bir bakıma olgunluk. Bir ilişki bunlara dayandırılmaz elbette. İlişkiyi özel kılan olgunluk ve sevme kapasitesidir. Zira sevgi pazarında veren kazanır der Hz Pir. Erkek ve kadın ilişkisinin üç bölüme ayrıldığını kabul edersek, romantizm, güç savaşı, anlaşma veya boşanma şeklinde. İkinci bölüm olan güç savaşı dönemine ait söylediklerim. ‘’
Olgunluk kelimesine takıldım ben bu yazıda.. Bu sözcük bana tılsımlı bir sözcük gibi geldi. Neden mi? Hayatın özü, belki de nedeni, en önemlisi amacı bu sözcükte yatıyor bence de. Yaşadıklarımızla olgunlaşıyoruz. Aileden aldıklarımızla annemizden ve babamızdan aldığımız mirasla başlıyoruz hayata. Genlerimizi onlardan aldığımız gibi ilk davranış kalıplarımızı da onlardan alıyoruz. Onlar hangi olgunluk düzeyinde ise bizimde hayata başladığımız nokta orası değil mi ?.7-8 yaşlarına kadar aldığımız bu mirasla kişiliğimizin temel yapıları oluşuyor. Daha sonra hayatın akışı içinde edindiğimiz deneyimler ile bu temel yapıyı geliştirmek değiştirmek zenginleşmektir diye tanımlayabilirim şu anda. Ne güzel söylemiş şair ayrılık ölümden de beter diye. Evet Terk edilmeye ve ayrılmaya dayanmak bir olgunluk ölçütü elbette. Ama bir ilişkiyi bitirebilmek kadar sürdürebilmekte bir olgunluk ölçütü . Ve elbette sevme kapasiteside bir olgunluk ölçüsü olduğuna göre ilişkide önemli. Sevme kapasitesini, nasıl tanımlayabilirim diye düşündüğümde, aklıma ilk gelen karşısındaki kişiyi olduğu gibi görebilme, olduğu gibi kabul edebilme, empati yapıp onu hissedebilme, sağlıklı bir alma-verme dengesi kurabilme yeteneği geldi aklıma. Bu üç unsurla bir saç ayağı çıktı ortaya: ilişkiyi sürdürebilme, terk edebilme ve sevme kapasitesi. Yazında ilişkileri romantizm, güç savaşı, anlaşma veya boşanma şeklinde üç döneme ayırmışsın.. Farklı özellikleri olan karşı cinsten iki insanın ilişkiyi nasıl yaşayacağını ve anlaşma yada ayrılma hangi yöne gideceklerinin her iki kişinin bu üçlü saç ayağındaki olgunlaşma kapasiterine bağlı olduğunu düşündüm bende.
Ve yine yazında :
‘’Peki bütün bu yazılanların ilişkilerde devre dışı kaldığı, sessizce, hiç konuşmadan, savaşmadan anlaşanların olduğu seviye yok mudur? Vardır. Az da olsa vardır. Yumuşamış, olgunlaşmış, berraklaşmış, pası giderilmiş gönüllerle mümkündür. Yumuşaktır. Sessizdir. Ilıktır. Gözlerle ve hatta gözü kapalıyken de tercümanların arada gidip geldiği gönüller arasında mümkündür.’’Tanımlaman çok güzel çok hoşuma gitti.Böyle bir ilişki mümkün olabilir mi ? .Neden olmasın diye düşündüm. Etrafımdaki insanları, yaşanılan ilişkileri düşündüm. Ve şöyle bir çağrışım oldu:. Yukarıda sevme kapasitesinin betimlerken
Empati yapıp anlamak değil, empati yapıp hissedebilmek demek geldi içimden . Hissedebilme kapasiteside önemli bir kavram gibi geldi. Çünki kadın ve erkek ilişkisinde östrojen ve androjen etkisinin beyinin işleyişinde yarattığı farklılık nedeni ile zihinsel olarak her iki cinsin bir birlerini anlamalarının imkansız olduğunu düşünüyorum.Hani halk arasında sevgililer sevdiklerinden yarim diye söz eder. Biz bir elmanın iki yarısıyız derler.İşte öyle farklı yapıda , ama birbirlerini tamamlayan .Güç savaşlarına neden olan faktörlerden biri bu iki yapının birbirini hissetmeye çalışma yerine, zihinsel planda iletişime girmeye çalışmalarından kaynaklanıyor olabilir mi diye düşündüm..Yani sağ beyin sol beyin meselesi.Demek istediğim şu ki. Gelişimsel süreçlerdeki sapmaların yanı sıra , mantığımızı yani sol beynimizi çok yoğun kullandığımız bir dönemin insanlarıyız. Sürekli bir güvenlik arayışı ile sürekli hesap kitap yapıyoruz. Ne kendimizi hissetmeye nede karşımızdakini hissetmeye vaktimiz ve zamanımız var. Kurduğumuz ilişkilerde talepkar davranışlar ve bu nedenle sınır ihlalleri, yada sınırları korumaya çalışmalar. Nevhan’ın ‘’anladıgımız ve anlasildigimiz degil ama yakin yasayabildigimiz bir dunya’’ dileğine bu anlamda katılıyorum.
Aslında insanın yaratılışı ile var olan ve çözümlenemeyen belki de çözümlenmemesi gereken bir konu kadın erkek ilişkisi. Çözümlediğimiz , cevaplarını bulduğumuz olaylar gündemimizden kalkar. Ve çözümleyemediğimize yönlendiririz enerjimizi.Kadın ve erkek arasındaki çekimde , ilişkilerin devamında da çözümleyememenin de bir cazibesi olabilir mi? Belkide türümüzün devamı için kadın erkek ilişkilerinde açmazlara ihtiyaç var ?
Sonuç olarak diyorum ki insanlık tarihinin başlangıcından beri var olan bu açmaz, insan nesli devam ettikçe sürüp gidecek. .Bu konuda daha çoook yazılar yazılıp çizilecek.”
Dr Faik Özdengül
fozdengul@gmail.com